Kuraklığa ya da dönemsel kuraklığa dayanıklı ağaçlar
Kent ağaçlandırmalarında o yörenin ekolojisine uygun doğal türlerin yada uyum sağladığı uzun yıllar test edilmiş türlerin kullanılma zamanı geldi ve de geçiyor. Bu çalışmaların ivme kazanması öncelikle bilgi üretimine bağlı. Bilginin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz, parkta olmaz bahçede. Aslında her kent için ayrı ayrı peyzaj uygulamalarında denenmiş ve doğal bitkilerin listesi verilebilir...
Hazin Cemal GÜLTEKİN tarafından “Kuraklığa Yada Dönemsel Kuraklığa Dayanıklı Ağaçlar” konulu bir çalışma hazırlandı.
KURAKLIĞA YA DA DÖNEMSEL KURAKLIĞA DAYANIKLI AĞAÇLAR
Günümüzde insanlarının çoğunluğu doğadan uzak olarak kentlerde yaşıyor. Onlar için mevsimler sıcak ve soğuk tanımından öteye gitmiyor. Sınırlı sayıdaki park, bahçede ve yol ağaçlandırmalarında ise mevsim farklılıklarını hissettirecek ağaçlar ya yok yada yeterli sayıda değil. Elbette kentli insan ilkbaharda yeşilin çeşitli tonlarını ve çiçeklenmeyi, yazın çiçeklenme ve meyve oluşumunu, sonbaharda ise yeşil, sarı, kırmızı ve bordonun çeşitli tonlarının değişimini görmesi halinde, mevsimlerin farkına varır. Bu farklılıklar, doğaya ilgiyi artırır, kendi yaşamları dışında da hayatın devam ettiğini gösterir ve onlara yaşama sevinci verir.
Elbette, kent ağaçlandırmalarında tür çeşitliliğine gidilmesini engelleyen bir çok neden var. Bu olumsuzluklar; hava kirliliği, kök gelişiminin sınırlı alanda olması (kuraklık), toprakta yeterli havalanmanın olmaması, suyun, besinlerin yeterli ve düzenli olarak alınamaması. Birde buna ülkemizin kendine özgü iklim koşullarını ve küresel ısınmanın olumsuzluklarını ilave etmemiz gerekir.
Hem olumsuz koşullara dayanıklı hem de tüm mevsimlerde estetik olacak bir çok doğal türümüz bulunuyor. Önemli olan onların farkına varmak ve yaygınlaştırmak. Burada en önemli öğe ülkemizin ekolojik yapısını iyi bilmek.
Ülkemizde kıyı bölgelerinden içerilere doğru denizin etkisi azalır, ilkim karasallaşır, ormanlar yavaş yavaş azalır, bodurlaşır ve biter. Ormanın bittiği, bitki örtüsünün seyrelip bodurlaştığı yerde boz topraklar başlar. Boz toprak verimsiz ve kıraçtır. Buralarda dereler bahar aylarında taşkın, yazın ise kurudur. Taşkın dereler koruyucu örtüsü azalmış, tutunacak yeri olmayan boz toprakları bilmedikleri bölgelere sürükler. Bu yüzden ıslak boz topraklar sakız gibi yapışkandır. Ayakkabılarınızı tutunacak bir dal olarak görür, umutsuzca yapışır, ayakta büyür, insanı yürüyemez hale getirir. Buraların en önemli nehrinin adının Kızılırmak olması tesadüf değildir.
Boz toprakların uçsuz bucaksız alanlar kapladığı; köyün, ağacın, çalının, ayının, kurdun, kuşun hemen her şeyin boz rengi aldığı yer bozkırdır. Buralarda kuşlar üzerine basmadan uçmazlar, hep yürürler. İşte buralarda İran-Turan ekosistemi başlar ve Çin setine kadar devam eder. Bu coğrafyada yağış azlığı nedeniyle toprak oluşumunda kireçlenme süreci egemendir. Buna bağlı olarak alkali reaksiyon gösteren topraklar baskındır. Bunun yanında, Konya Ovası’nın engin bölümlerinde olduğu gibi yer yer çorak topraklar görülür. Çorak toprak beyazdır, tuz kokar. Oralarda bozkır bitkileri dahi yetişmez, sadece tuzcul bitkiler yer alır.
Ülkemizin üçte ikisinden fazlası kurak, yarı kurak iklim kuşağında bulunuyor. Doğu Karadeniz Bölgesi hariç tamamında da dönemsel kuraklık mevcut. Böyle bir ülkede; Avrupalı, Sibiryalı, Karadenizli, Kuzey Amerikalı, tropik bitkileri peyzaj uygulamalarında yoğun olarak kullanırsanız, her tarafta sulama yapmak zorunda kalırsınız. Oysa, ülkemizin su kaynakları sınırlı ve sulama pahalı, birde buna; küresel ısınmayı, hızlı nüfus artışını, hızlı kentleşmeyi eklerseniz kaynaklarımızın ne kadar hoyratça kullanıldığını rahatça görebilirsiniz. Romalılar gibi temizliğine çok düşkün toplumlarda kişi başına günlük su tüketimi 60 litreyle sınırlıyken, günümüz Amerika’sında bu rakam 350 litreye ulaşmış durumda. Oysa, son yarım yüzyılda kişi başına düşen su miktarı yarı yarıya düşmüş bulunuyor. Yer yüzündeki insan nüfusunun artışına, yaşam düzeyinin yükselmesi ve küresel ısınmaya paralel olarak kaliteli su yetersiz hale gelmiştir. İşte bu durumda her şeyin hoyratça tüketildiği bir kültürden daha dengeli ve sınırlı bir tüketime doğru gidilmesi zorunludur.
Ne yazık ki ülkemiz son dört yüz yıldır yeterli düzeyde bilgi üretememektedir. Konu sadece bilgi üretememekle sınırlı kalsa bir dereceye kadar göz ardı edilebilir. Esas sorun bilgi üretemeyen bu toplum Avrupalıların her ürettiği bilgiyi doğru kabul edip uygulamaya sokmasıdır. Bunun en güzel örneği her türlü mimarlık eğitimidir. Müstemlekeci Avrupa kıtasının çoğunluğu büyük depremler kuşağında değildir. Bunun yanında mazlum milletlerden soydukları yüksek parasal güce sahiptir. Bu nedenle de estetik kaygısını ön plana çıkararak mimarlık ve inşaat fakültelerini ayrı ayrı kurmuştur. Onlar için önemli olan estetiktir. Oysa şiddetli deprem kuşağında yer alan iki ülke Japonya ve Türkiye birbirlerine benzer tarihi süreçten geçmişlerdir. Türkiye hiç düşünmeden Avrupa’yı taklit ederek mimarlık ve inşaat fakültelerini kurmuştur. Elbette sonucun fiyasko olduğunu söylemeye gerek yoktur. Herkesçe malum olduğu üzere yel esse yapılan binalar yıkılmaktadır. Oysa Japonya kendi jeolojik yapısına göre eğitim sistemini oluşturmuş ve bunun sonucu mimarlık ve inşaat mühendisliğini tek bir fakültede vermiş önceliğin statik bilgisi olduğunu kavramıştır. Ta eğitimden başlayarak gerçekleşen bu süreç sonucunda en şiddetli depremlerde dahi yıkılmayan binalar inşa etmişlerdir.
İşte buna benzer koşullar peyzaj eğitimi ve uygulamaları içinde söz konusudur. Ülkemizin dönemsel kuraklık hakim çorak topraklarında bilinmesi gereken en önemli şey ekoloji, toprak ve botanik bilgisidir. Ama uygulama aynen inşaatlarımız gibi devam etmektedir. Sonuç da doğal koşullarımız parklarımızı bahçelerimizi zaman zaman cezalandırmaktadır. Bu aynı zamanda kaynak ve zaman israfıdır.
Ülkemizde peyzaj eğitiminde toprak ve ekoloji konularından daha çok bitkilerin çeşitli estetik özellikleri üzerine duruluyor. Peyzaj uygulamalarında sorulan tek soru bu bitki burada donar mı? Yaşar mı? Bu soruya olumlu yanıt alınmışsa mutlaka kullanılıyor. Bunun sonucu kent ve yol ağaçlandırmaları için bitkisel malzeme temin eden yada üreten fidanlıkların hemen tamamı, yarı nemli yada nemli iklim koşullarının hüküm sürdüğü Avrupa fidanlıklarını taklit ederek yoğun su gereksinmesi olan türleri üretmekte yada ithal edilmekte. Bu türler genelde su açığı olmayan yada su açığının kısa süreli olduğu ekolojilerin bitkileri olup yaygın kök sistemlerine sahipler ve organik maddece zengin toprakların ağaçları. Yine onların yetişme ortamlarında topraklar ve sular asit karakterli ve eksik olan şey genelde kireç.
Birde bizim Karadeniz Bölgesinin bir kısmı hariç topraklarımızı ve sularımızı düşünürseniz ne kadar zıt özelliklere sahip olduğunu kolaylıkla görürsünüz. Bu zıt özelliklere sahip ekolojinin bitkileri de farklıdır. Bu farklılıklar yapraklarda (küçülme, sertleşme, tüylenme), gövdede (kabukları kalınlaşma) ve en önemlisi de kök sisteminde görülür. En basit özelliği ile bizim ekolojik bölgemizin tek yıllık bitkileri dışında kalan türlerin çoğunluğu derine giden kök sistemine sahiptirler ve mineral topraktan hoşlanırlar. Elbette Alkali nitelikli topraklarda kolaylıkla yaşayabilirler. Zaman zaman oluşan kavurucu çöl havalarına alışıktırlar.
Günümüz büyük kentlerinin peyzaj uygulamalarında ekoloji ve toprak tamamen göz ardı edilmiş durumda. Katalogdan bakılıp yada Avrupa’ya gidilip doğal ortamında yada fidanlık koşullarında güzel bulunan bitkiler getirilip dikiliyor. Onlardan ilk önce yaşamaları isteniyor, haydi yaşadı diyelim, bu kez de haydi oradaki gibi yapraklarını renklendir yada oradaki gibi çiçek aç deniyor. Bu çaba boşuna, o bitki artık sizin dediklerinizi duymaz ve yapamaz. Belki de içinde son duasını yapmakta yada onu buraya getirip rezil edip güzelliğini ayaklar altına alanlara ilenmektedir. Elbette kentlerde, özel isteği olan türlerde özel alanlara dikilebilir. Bu özel alanda toprak, su ve gerekirse havanın nemi de özel olarak ayarlanır. Biz burada yaygın kent ağaçlandırmalarından bahsediyoruz. Son yıllarda moda yada klasik peyzaj uygulamalarımızın çoğunluğunu en kısa yoldan tanımlamak istersek İstanbul’da muz yetiştirip ihraç etmeyi düşünmeye, biraz acımasız düşünürsek Erzurum’da muz yetiştirmeye benzetebiliriz.
Bırakalım dış kökenli bitkileri, o yörenin doğal yada doğallaşmış bitlilerini kullanırken dahi ekolojiye dikkat etmek gerekir. Konuyu İstanbul’dan ve Konya’dan iki örnekle açıklayalım. İstanbul’da küçücük bir tepeye giderseniz bir çok ağaç ve çalı türü ile karşılaşabilirsiniz. Burada kuzey bakılarda gümüş renkli ıhlamur, kestane, kayın, gürgen vadi içlerinde bu türlere doğu çınarı, bataklık dişbudağı, kızılağaçta karışır ve güney bakılarda ise daha çok meşeleri görürsünüz. Çalı formasyonu incelenirse kuzey bakılarda Avrupalı, Karadenizli, güney bakılarda daha çok Akdenizli bitki türü ile karşılaşırsınız. Bu durum bize peyzaj uygulamamız için ana fikri vermektedir. Konya’da alçak tepeler incelenirse Hiç bir tane Karadenizli, Avrupalı hatta Sibiryalı bitki dahi bulamazsınız. Daha çok Turan ve bir miktarda Akdeniz bitki örtüsü ile karşılaşılır. Dere kenarlarında, veya çeşme başlarında söğüt, karakavak, iğde, dut ağaçlarını diğer alanlarda toprak yapısına ve bakıya bağlı olarak karaçam, bozardıç, diken ardıç, yağ ardıç, üvez, tatar akçağacı, sedir, alıç, ahlat, kuşburnu, karamuk, karagöz ve saçlı meşenin sağlıklı geliştiklerini görürsünüz. Konya’ya düşen yıllık ortalama yağış miktarı
Ülkemizin önemli devlet ve özel sektör fidanlıklarını gezerseniz göreceğiniz şey çoğunlukla ithal ve Avrupa kökenli bitkilerdir. Şuna inanın zaman bu tür fidanlıkların aleyhi işliyor. Bırakalım toprak ve ekolojik verileri mevcut kuraklık şartları buna bağlı kıt sulama olanakları devam ettikçe bu fidanlık işletmeleri pek yakında zarar etmeye başlayacak ve zararlarının boyutları giderek artacak. Belki de bir çoğu işini değiştirmek zorunda kalacak. Hızla ama hiç zaman geçirmeden, sulama gereksinmesi olmayan yada daha az olan, doğal yada uzun yıllar denenmiş türlere dönüş yapmamız zorunlu.
Aslında ülkemiz araştırmacıları tarım ve ormancılıkta olduğu gibi ülkemize yeni giren peyzaj bitkilerini de içeren uzun süreli adaptasyon denemeleri yapmalı ve bunun sonucuna göre hangi kentte hangi bitkiler sorunsuz kullanılabilir bizi bilgilendirmeli. Geçmişte hiç yapılmamış böyle bir çalışmanın öngörülen kısa gelecekte de yapılmasının düşünülmesi olanaklı gözükmediğine göre yapılması gereken ekolojik peyzaj yada doğal peyzaj uygulamaları.
Kalıcı ve uzun süre yaşayabilen ağaçlarla gerçekleştirilecek kent ağaçlandırmaları kent estetiği yanında havadaki karbonu uzun süreli tuttuğunu da unutmamak gerekir.. Havadaki karbonun tutulup bağlanması yoluyla ekosistemde karbon depolanması, karbondioksit gibi sera gazlarının azalmasının bir yolu olarak gözükmektedir. Kanada’nın Biritish Colombia eyaletinde yapılan bir araştırma, yaşam süresi uzun olan ağaçların karbon depolamada esas olduğunu ortaya koymuştur.
Tüm Avrupa kıtasında 11 bin adet bitki türünün bulunmasına karşın ülkemiz tek başına 10 bin bitki türünü barındırıyor. Daha da önemlisi ülkemiz bitki türlerinin üçte biri endemik, yani sadece ve sadece ülkemize özgü. Birde bunlara uzun yıllar önce getirilmiş ve ülkemizin çeşitli bölgelerine uyumlu olduğu anlaşılmış türleri ekleyin. Madem doğal peyzaj uygulamalarına geçmek zorundasın! İnsana sormazlar mı? 10 000 bitki türünden kaç adet kültür formu geliştirdin? Onlardan kaç tanesinin üretim yöntemlerini ortaya koydun? Sanırım bu sorunun yanıtı yaygın olarak ağaçlandırma çalışmalarında (ormancılıkta) kullanılan birkaç türün dışında yok !. Kent ağaçlandırmalarında o yörenin ekolojisine uygun doğal türlerin yada uyum sağladığı uzun yıllar test edilmiş türlerin kullanılma zamanı geldi ve de geçiyor. Bu çalışmaların ivme kazanması öncelikle bilgi üretimine bağlı. Bilginin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz, parkta olmaz bahçede. Aslında her kent için ayrı ayrı peyzaj uygulamalarında denenmiş ve doğal bitkilerin listesi verilebilir. İşte bu listeler üzerinden peyzaj uygulayıcıları amacına göre bitkiler seçebilir.
Hem ağaçlandırma çalışmalarında, hem de kent ağaçlandırmalarında o yörenin ekolojisine uygun doğal türlerin kullanılma zamanı geldi ve de geçmekte. Bu çalışmaların ivme kazanması ancak, toplumun bilinçlenmesi ve araştırıcılara kamuoyu desteği ile mümkün gözüküyor. İşe kentlerimizi, yollarımızı doğal ardıç türlerimizle donatarak başlayabilir, bu ağacın öyküsünü çocuklarımıza anlatabiliriz.
Unutmamak gerekir ki Bozkır insanının yaşamında bozardıç çok önemli olagelmiştir. Ardıç odunu çürümeye, suya, toprağa ve kurtlanmaya en dayanıklı ağaçların başında gelir ve odunu reçine içermez. Bu nedenle, bozkır insanı toprak damlı evlerini bozardıç kerestesi ile inşa etmiş onun içinde yaşamış, öldüğünde mezarlığını bozardıçların altına yapmış ve mezar tahtası olarak da ardıç odunu kullanmıştır. Eğlenmek istediğinde bağlamasını ardıçtan yapmıştır. Yine sabanının demirini, kazmasını, küreğini, baltasını ve silahlarını ardıç kömürü kullanarak imal etmiştir. Hasta olduğunda ardıcın çeşitli organlarını kullanmıştır. Soğuk kış günlerinde hayvanlarını onların yaprakları ile beslemiştir. Oların kutsal saydığı birkaç ağaçtan birisi olmuştur.
İşin ilginç tarafı modern yaşam onlara olan doğrudan gereksinmeyi ortadan kaldırmış genç kuşak bu vefalı ağacın önemini unutmuştur. Geçmişi bozkırdan gelen bizlerin bu ağca vefa borcumuz vardır. Çünkü onların orman varlığı hızla daralmış, kendinden beklenen işlevleri yapamaz duruma gelmiş ve yok olma sürecine girmiştir.
Bozardıç ekolojik olarak da çok önemli işlevler görür. Onlar ormansızlaşma sürecinin en son ağaçlarıdırlar. Onların bu toprakları terk etmesi demek, ekolojik felaketin yakın olduğu anlamını taşır. Sanırım önlem alınmazsa bu durum gerçekleşmek üzeredir. Tüm ulusumuzun bu ağaca vefa borcunu ödenme zamanı zorunlu olarak gelmiştir. Ağaç beni unuttunuz işte yok oluyorum, ancak ben yok olursam sizlerde buralarda yaşayamazsınız demektedir. Artık bu haykırışı duymak bizim görevimizdir.
Şimdiye kadar ardıç ağacının geriye dönüşünü sağlayacak bilimsel veriler maalesef yoktu. Doğal ortamda ardıç ancak ardıç kuşunun tohumları yemesi, ardından da pislemesi toprağa ulaşması ile ancak çimlenebiliyor. Ardıç kuşlarının doğal ortamda sayılarının azalması, geriye kalanlarında, binlerce yıllık birlikteliği unutup, ardıç tohum ile uğraşacağına, insanlaşıp, çöplüklerden beslenmeye başlamaları, ardıçların sonunu hızlandırmış bulunuyor. Ancak son birkaç yıldır Eğirdir Orman Fidanlığında gerçekleştirilen çalışmadan ardıçların tohumdan üretiminde yeterli sonuç alındı ve kitlesel orman kurma çalışmaları başladı. Anadolu bozkırlarına umut niteliğindeki bu çalışmaların desteklenmesi ve toplum tarafından sahip çıkılması, parkların bahçelerin, yolların onunla donatılması sürecin kısalmasında en büyük etken olacak.
Bugün uçsuz bucaksız bozkırların geçmişte de böyle olduğunu düşünmemek gerekir. Bu alanlar insan eliyle oluşturulmuş insan kökenli bozkırlardır. Bunun en iyi kanıtı Evliya Çelebinin seyahatnamesi ve eski toprak evlerin ana inşa malzemesi ardıç keresteleridir.
Ardıçlar ormansızlaşma sürecinde sahayı en son terk eden, ekstrem yetişme ortamlarına en dayanıklı ağaç taksonudur. Yaygın kök sistemleri nedeniyle erozyon kontrolü çalışmalarının ana ağacıdır. çok estetik gövde formları dolayısıyla, peyzaj düzenlemelerinde, ekstrem iklim ve toprak koşullarına dayanıklılığı ve yaygın kök sistemleriyle erozyon kontrolü çalışmalarında, çok değerli odunları dolayısıyla da odun kökenli sanayide, aynı zamanda rüzgar, kar ve ses perdelerinde, kullanılan çok yönlü ağaç türleridir. Ayrıca, Ardıçların çeşitli kısımları; tıp, kozmetik, gıda sanayi sahalarında ham madde olarak kullanıldığı gibi kozalaklarının içerdikleri karbonhidrat ve yağlar nedeniyle de besicilikte doğrudan kullanılabilmektedir. Ardıç ve servi gibi küçük (pul) yapraklara sahip türlerin ölü örtüleri son derece sıkı istiflenme gösterdiklerinden daha olumsuz yanma ortamı oluştururlar. Ülkemizde, yeni gelişen kayak tesislerinin ağaçlandırılmasında kullanılacak en önemli taksondur.
Ülkemizde çok geniş alanlara yayılan ardıçlar, diğer hayvanlarla yayılan türlerde olduğu gibi birbirinden çok farklı genetik çeşitlilik göstermektedir. Bu çeşitlilik onların çok amaçlı kullanımlarını da getirmektedir. Bunlardan en önemlilerinden birisi de, çok farklı form ve renkteki ardıçların park ve bahçelerimizi süslemesi, bu değişik formalardan oluşan kent ormanlarının, yeşil kuşak ağaçlandırmalarının yapılması gerekir. Farklı görünümlere sahip olmaları ve uzun yaşamaları nedeniyle ardıç ormanları anıtsal niteliklerde taşır. Bu nitelikleri nedeniyle biyolojik turizm hareketlerinde, kent ağaçlandırmalarında önemli yere sahiptir. En önemlisi de ardıçlar kültürümüzün bir parçasıdır. Elbette bir gün çöplükler olmayacak. İşte o zaman ardıç kuşları eski dostu ardıç ağacını hatırlayıp geri dönmek isteyecek, işte o zaman aç kalmasın, soyu tükenmesin diye, ardıç fidanı dikmeye başlasak ne kadar iyi olur, değil mi ?
Hazin Cemal GÜLTEKİN